Kibir En Büyük Günah Mı ?

TasFirin

New member
Kibir En Büyük Günah Mı?

Birçoğumuz, etrafımızdaki insanların kibirli tavırlarına karşı zaman zaman tepkiler veririz. Ancak, bir adım geri atıp, kibirden kaynaklanan büyük felaketleri göz önünde bulundurursak, gerçekte kibir, insana sadece dışarıdan bakıldığında değil, içsel olarak da en büyük yıkımları getiren bir 'günah' mıdır? İşte bu yazıda, kibirin ne kadar derin ve yıkıcı bir etkiye sahip olduğuna dair bir hikâye paylaşacağım. Belki hepimiz bir parça kibir barındırıyoruz, ama asıl mesele ne kadarının kontrolümüzde olduğu ve bizi nereye götüreceğidir.

Bir İnsanlık Hikâyesi: Selim ve Ela

Bir zamanlar Selim adında, iş dünyasında başarılı bir adam vardı. Hırsları ve stratejik zekâsıyla ün salmış, kendi işini kurmuş ve az zamanda büyük bir servet edinmişti. Selim, başarısının her zaman onun elinden çıktığını ve her şeyin sadece doğru stratejiyle yapılabileceğini düşünüyordu. Ona göre, hayatta başarılı olmak için empati, merhamet veya başkalarının duyguları hiçbir anlam taşımıyordu. Ona göre insanlar sadece rakamlardan ibaretti.

Ela ise Selim’in tam zıddıydı. İnsanlara değer verir, duygusal zekâsını kullanarak ilişkiler kurar ve her şeyin sadece maddiyatla değil, kalp ve ruhla da yapıldığını savunurdu. Ela’nın iş yapma tarzı, Selim’in aksine hep bir adım geri atıp, her kararın duygusal ve insani yönlerini göz önünde bulundurmak üzerineydi. Birbirlerinden farklı olmalarına rağmen, yolları bir şekilde kesişmişti. Ancak, burada asıl önemli olan, Selim’in kibirli tavırlarının ona ve etrafına nasıl büyük zararlar verdiğiydi.

Selim, işlerini büyütmeye başladıkça etrafındaki herkesi birer araç olarak görmeye başladı. Başarı, ona kibir kazandırmıştı. Herkesin bir değeri vardı ama bu değer, ona bir şey katıyorsa anlamlıydı. İnsanlar, onun için basit birer iş gücüydü; yöneticilerini, iş arkadaşlarını ve hatta ailesini bile zaman zaman bu şekilde görüyordu. Duygusal bağlar ona gereksiz ve zayıflık gibi geliyordu.

Ela, işinde olduğu kadar yaşamında da her zaman empatiyi, insan ilişkilerini ve başkalarının duygularını ön planda tutmuştu. Selim’in bu kibirli tavırlarını fark ettiğinde, ona, bu kibirli yaklaşımın ne kadar yıkıcı olduğunu anlatmaya çalıştı. Ancak, Ela'nın çabaları Selim’i hiç etkilemedi. Ona göre kibir, bir tür güçtü; karşısındaki insanları küçümsemek ve kontrol altında tutmak, bir üstünlük işaretiydi.

Selim'in Düşüşü

Günlerden bir gün, Selim’in büyük bir iş anlaşması yapmak üzere olduğu, hayalini kurduğu an geldi. Ancak anlaşma sırasında bir hata yaptı. Ortaya çıkan bir aksaklık, büyük bir finansal kayba yol açtı. Selim, ilk kez hayatında gerçek bir kayıpla karşı karşıya geliyordu. Ancak, Selim’in kibirli tavrı, onu bu durumu kabullenmekten alıkoydu. O, her zaman her şeyin kontrolünde olduğunu düşünüyordu, ama bu kez tüm denetimini kaybetmişti. İş dünyasında güçlü olduğunu düşündükçe, duygusal zayıflığını görmeyi reddediyordu.

Ela, Selim’e bir kez daha yaklaşarak, "Bazen düşmek, yükselmeye hazırlanmaktır" dedi. Ancak Selim yine de kibirli bir şekilde ona karşılık verdi: "Bana öğüt verme Ela, ben her zaman çözüme odaklanırım. Duygusal zayıflıklar hayatıma yer yok."

Ela, onun bu tutumunun sadece düşüşünü hızlandıracağını biliyordu. Onun için kibir, sadece içindeki insanları değil, bir zamanlar kendi gücünü de yok eden bir canavardı.

Sonuç: Kibir ve Humus

Birçok kültür, kibiri en büyük günahlar arasında sayar. Çünkü kibir, insanın kendini her şeyin merkezi olarak görmesini sağlar. Oysa gerçek başarı, başkalarının hayatlarına dokunabilmektir. Başarı ve kibir arasındaki ince çizgi, bazen kaybolur. Tıpkı Selim’de olduğu gibi, bir insan, başarıyı abarttıkça, kibirli tavırları içsel boşluğunu daha da derinleştirir.

Selim’in hikayesindeki en trajik şey, onun başarısının ve maddi gücünün ona huzur getirmemiş olmasıydı. Çünkü her şeyin arkasında gerçek anlamda insan ilişkilerinin ve empatisinin olmadığını fark ettiğinde, her şey çok geç olmuştu.

Ela'nın sözleri Selim’e, kibirli yaklaşımının sadece bir tür savunma mekanizması olduğunu anlatıyordu. Ama kibir, bir zaman sonra her insana kendi toprağını, insanlığını ve değerlerini unutturur. Eğer, Selim’in kibiri ve duygusal körlüğü, ona bir şey kazandırdıysa, o şey yalnızca yalnızlık ve içsel boşluktu.

Sonunda, Selim’in hayatında hiçbir şey gerçek anlamda tatmin edici olamadı. Çünkü kibir, bir insanın ruhunda kök salarsa, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir başarı, gerçek bir huzura dönüşemez.

Sonuç Olarak Ne Söylenebilir?

Kibir, her zaman bir felakete yol açar. Bir insan, ne kadar stratejik ve çözüm odaklı olursa olsun, başkalarının duygularını göz ardı ediyorsa, aslında büyük bir boşluğa düşer. İnsanlar birbirine bağlıdır, ve birini küçümsemek, sonunda kendisini küçültmekle eşdeğerdir. Kibir, insanın içindeki değerleri yok eder ve onu yalnız bırakır.

Bütün bunları düşündüğümüzde, kibir gerçekten de en büyük günah mı? Eğer kibir, insanın en derin duygusal zayıflıklarını ve gerçek insanlık değerlerini yok ediyorsa, belki de cevabımız evet. Çünkü kibir, insanın içindeki en saf duyguları öldürür ve nihayetinde yalnızca bir hayalet bırakır.

---

Forumdaşlar, sizce kibir, insanın içsel değerlerine zarar verir mi? Kendi hayatınızda kibir ile karşılaştığınızda, nasıl bir yol izlediniz? Yorumlarınızı merakla bekliyorum!
 
Üst